Puslu sisli bir İstanbul akşamında Topkapı- Esenyurt minibüsüne yorgun bedenimi zor bela atıp cam kenarınadaki koltuğa eve gitmeye çalışıyordum.
Minibüs şoförünün yolcu toplama telaşı ile çığlık çığlığa sürekli tekrarladığı cümleler eşliğinde başladı yolculuk.
Camdan sisli havanın içinden geçen araçlara bakarak dalgın ve yorgun bir halde uyuklarken iki küçük çocuğun gülüşmelerinin bir anda minibüsün içini doldurması ile sesin geldiği yöne dikkat kesildim.
Biri dokuz- on,diğeri ise alt-yedi yaşlarında iki kız çocuğu babalarının elin sıkıca tutmuş, koridorun diğer tarafında karşımdaki tek boş yere oturdular. Neşe için de gülüşüp şakalaşan çocukları sıkı sıkıya kucağında tutan baba avucundaki demir parayı şoföre verilmek üzere, önündeki yolcuya uzatarak ‘’Esenyurt’’ dedi.
İki çocuk, tek koltukta oturan babalarını kucağında daracık yerlerini önemsemeden gülüşüp yolculuğu keyifli hale getiren oyunlar oynuyorlardı. Kızların saç bukleleri ile oynayan babaları, ayakta önünde duran çocuklarını susturmaya çalışıyordu.
Minibüsün içindeki yolcuları görmek için baktığı aynaya sert bir bakış fırlatan şoför, ‘’Ücretleri tam yollayalım’’ dedi. Kısa bir seksizlikten sonra daha yüksek bir sesle ‘’Ücret eksik, ücreti tam yollayalım’’ dedi. Gülüşen çocuklarını, sanki elinden alınacaklarmış gibi iyice kavrayan baba yüzünde oluşan panik, utanç, hüzün karışımı ifade ile yutkunarak önce başını öne eğdi, sonra cılız bir sesle ‘’Başka param yok’’ dedi.Başı öne eğik kucağındaki çocuklara sarılı öylece hareketsiz kaldı. Sanki taş kesilmişti.
Kaşlarını çatan şoför aynadan sinirli bir ifade ile bakarak “Paran yoksa binmeyeceksin, bizde ekmek parası kazanmaya çalışıyoruz. Önce biniyor sonra param yok diyorsun’’ dedi. Bir anda iki kız çocuğunu bıçak gibi gülüşmelerin kesilmesi ile minibüsün içini derin sessizlik kapladı.
Sessizliğin içinde tüm gözlerin üzerine döndüğü babanın, yüzündeki mahcup bakışı, utancı katlayarak artırmıştı. Artık çocuklarda o mahcubiyetin ve utancın bir parçası olurcasına sesiz başları öne eğik susuyorlardı. Bütün mahcubiyet ve utancına rağmen bir eliyle kızların saç buklelerini okşayarak onları teselli ediyor, diğer eli ile de sıkı sıkıya onları tutuyordu. Büyük kız menekşe bakışlı gözlerini yumruk yaptığı eliyle kapatarak utancını gizlemeye çalışıyordu.
Şoför aynaya sert bakışlarla bakara kafasını sallayıp tepkisini devam ettirerek yine konuşmaya başladı. Bir yandan camdan dışarıya bağırarak yolcu toplamaya çalışırken bir yandan da aynaya bakıp ‘’Böylesi de hep bizi bulur’’ diyordu.
Baba, sıkıca kavradığı çocuklarını elini tutarak tam kalkmaya yeltendiğinde artık dayanamadım. Hızla kalkıp, elimle işaret ederek ‘’Ağabey sen otur ben hallederim’’ dedim ve bir hışımla şoföre yöneldim. Sinirden ne yapacağımı bilmez halde cebimdeki bütün bozuklukları çıkarıp şoföre uzattım. Sert bir ton ile ‘’Al paranı ve sus’’ dedim. Bana dönen şoför şaşkın ve mahcup bir ifade ile ‘’Gerek yok, kalsın, çoluğumuzun, çocuğumuzun sadakası olsun’’ dedi. Bu tavır beni iyice sinirlendirmişti. Elimdeki parayı içinde bozuk paraların bulunduğu önündeki kaba fırlatarak ‘’ Al şu parayı. Çocuğu olan biri, bir insan böyle davranır mı? Onların senin gibi birinin sadakasına ihtiyacı olmasın. Al paranı kardeşim. Uzatma! ‘’ dedim. Kendimi kontrol edemeyeceğimi düşündüğüm için kapıya yöneldim ‘’Aç kapıyı ineceğim’’ dedim.
Suratını büyük bir utanç kaplayan şoför“Beni yanlış anlama kardeşim’’ derken işin ciddiyetini anlamış olmalık ki kapıyı açtı. Kendimi dışarı atıp duraktaki banka oturduğumda minibüs durağı çoktan terketmişti.
Sinirden ağlamaklı bir halde bankta otururken babanın her şeye rağmen çocuklarını kucaklaması gözümün önünden gitmiyordu. Tüm mahcubiyetine ve utancına rağmen baba olmaya devam ediyordu kızlarına sarılarak. Üniversiteli bir genç olarak irkilmiş, korkmuştum. Bu babanın yerinde ben olsam ne yapardım, sarılabilir miydim çocuklarıma? Kendime sorduğum bu soruya ‘’Baba olmak çok zormuş’’diyerek cevap verdim. Başka bir minibüse binmek için kalktığımda ‘’Gelecekte çocuk sahibi olmak için galiba baba olmayı da öğrenmem gerek’’ diyerek içimden geçirdim.
Haklıydım, baba olmak ne kadar zormuş, yaşayarak öğreniyorum şimdi. Baba olmanın sadece çocuğunun ihtiyaçlarını karşılamak, ona doğruları öğretmek, yanlışları yapmasını engellemek, onu tehlikelerden korumak, ona gelecek kurmaya çalışmak olmadığını son iki haftada öğrendim. Baba olmanın aynı zamanda çocuğunun acısını, sevgisini vererek azaltmak olduğunu da öğrendim. Tıpkı o minibüsteki baba gibi, baba olmakutancı, kederi,mahcubiyetini bir yana bırakarak çocuğunun acısını paylaşmak için ona sarılmayı bilmektir.
Oğlum Fransa da yaz okulunda iken büyük bir acıyı yaşamak zorunda kaldı. Kendisine bakıp büyüten,on altı yıldır gözünden sakınan dedesini kaybetti. Bu onun ilk yakın kaybı, ilk büyük acısı idi. En kötüsü ise çok uzakta ve yalnız yaşadı bu acıyı.
İşte benim baba olama sınavım asıl o andan itibaren başladı. Kilometrelerce uzakta büyük bir acı yaşayan oğluma sarılarak, acısını paylaştığımı ve onu sevdiğimi, üzüldüğümü hissettirmem gerekti.
Tam binlerce kilometre uzaktaki oğluma sarılmayı, baba olmayı öğrenirken, herkes gibi bende tüm dünyayı sarsan büyük bir acı ile yüz yüze kaldım.
Bir sabah İsrail’in Filistin de yaptığı katliam ve öldürdüğü yüzlerce çocuk haberleri ile uyandım.
Baba olmayaç alışırken, yüzlerce katledilen çocuk ve babasını düşünmeden edemedim.
Ben kendi baba olma sınavıma zor dersem, bu çocukların babasının sınavına ne demeliyim?
Onların sınavını da vermeden kendi sınavımı versem baba olur muyum?
O acıyı paylaşmasam o çocuklara da sarılamazsam kendi oğluma baba olmuş sayılır mıyım?
Şimdi bir yandan Fransa’daki oğluma, bir yandan da Filistin’de yaralı halde hastanede kanlar içinde yatarken zafer işareti yapan çocuklara sarılarak baba olmayı öğreniyorum.
Ekrem Dumanlı ‘Sesiz Çığlık’ dediği Fethullah Gülen’e haber versin
İsrail’in Filistin de katliama başladığı ikinci gününde bir televizyon programına katılan Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, Fethullah Gülen’in sessizliğinin ‘Sesiz Çığlık’ olduğunu söyledi. Gülen yapılanmasına ait kanalındaki canlı yayında, program sunucusunun “Fethullah Gülen’in son dönemdeki sessizliğini nasıl yorumluyorsunuz” sorusunu, “Bu sessizliği bir ‘Sesiz Çığlık’ olarak görüyorum” diye cevapladı.
Bu cevabı verdiği gün, İsrail Filistin’ de katliama son sürat devam ederken, Ekrem Dumanlı’nın başında bulunduğu Zaman Gazetesi ‘ Gazze Yanıyor’ manşeti ile çıkmıştı. Haberde ‘İsrailli yetkililer hedeflerinin abluka altındaki bölgeden kendi topraklarına açılan tünelleri yok etmek olduğunu iddia etti’ deniliyordu. Adeta İsrail’den özür diler gibi bir haber yapmışlardı. ‘Yapmaya mecburduk, kusura bakmayın. Yazmak zorundaydık ama biz bunu sonra telafi ederiz’ der gibiydiler.
Buna şaşırdığımızı söyleyemeyiz. Çünkü Fethullah Gülen ve ona bağlı medya daha önce de abluka altındaki Gazze’ye insani yardım götürmeye çalışan Mavi Marmara gemisine saldırarak insanları katleden İsrail’i savunmuştu. Fethullah Gülen o zaman da katledilen şehitlere çıkışarak “Ne işleri var orada. İsrail’den izin alınmalıydı” açıklamasını yapmıştı ve Gülen medyası da bunu köpürterek haber yapmıştı.
‘Sesiz Çığlık’Fethullah Gülen o zaman pek sesiz kalmamıştı.Cansiperane İsrail’i savunmuştu.
‘Sesiz Çığlık’Fethullah Gülen’in 17 Aralık darbe girişimi sonrası da susmadığını görmüştük. O zamanda feryat figan iki eli havada beddua seansları yaparken izlemiştik: “Evlerine ateş düşsün,birlikleri,dirlikleri bozulsun…” diye sesli sesli feryat ediyordu.
Ekrem Dumanlı ‘Sesiz Çığlık’ dediği Fethullah Gülen’e haber versin, ‘Sesiz Çığlık’Fethullah Gülen biraz sesini çıkarsın. Sessizliğini bozsun.
Çünküİsrail Filistin’ de katliama son sürat devam ediyor.Şimdiye kadar beş yüze yakın sivili katletti, bunun üçte bir de çocuklardan oluşuyor.
Bütün Türkiye ayakta bu katliamı lanetliyor.
Katliamı durdurması için İsrail’e çağrıda bulunuyor.
Ama İsrail dinlemiyor.
Eğer ‘Sesiz Çığlık’ Fethullah Gülen İsrail’e katliamı durdurmasını söylerse onu dinler.
Böylece daha çok çocuk ölmez.